Selma Dörtkardeş
Çok yakın zaman önce, apansız geldi vefat haberin!
Beklenen son olmasına rağmen, hani içinde vardır ya hep bir umut ağacı. Ne olursa olsun içinde hep duran öylece. Ailece biz de öyle, bir umut beklemedeydik işte.
O ilk an vardır ya hani; duyduğunda inanmak ve inanmamak arasında gidip geldiğin. Sonra birden gözlerinin yaşlarla dolduğu… Hani kimseden sakınmadığın, akıp giderlerken yanağından, tıpkı çocukluk hatıralarından bir yıldız daha kayması gibi.
Bu yüzden o hatıraların hep yaşaması ve dâima akılda kalması için seni anmamak, sana dair birşeyler söylememek olmazdı, yapamadım.
Gönlümden geçenleri sanki sen de duyacakmışsın gibi yazmalıydım buraya. İstedim ki dua niyetine geçmeliydi bu satırlar.
Zihnimi çok fazla zorlamadan gerilere gittim birden. Çünkü ne zaman aklım çocukluk hatırlarıma doğru gitse o hatıralarda ilk karşıma çıkan kişilerden biri sendin. O yüzden zor olmadı seni o hatıralarda bulmak.
Yaşım ufak iken hatırlıyorum da bir operasyon geçirmek için gelmişim güzel İstanbul’a. İki üç ay kadar misafiri olmuşuz bu şehrin. Operasyon hazırlıkları, hastaneye gidip gelmelerde yanımda hep sen vardın. Röntgen çektirmek için odaya koştururken, nereye gittiğimizi bilmeden, endişeyle, kollarında olduğumu hatırlıyorum. Ancak öyle güven veren ve korkularımdan beni arındıran bir kucaktın ki, o kucağa doyamazdım, sen dayandığım dayımdın. Seninle beraber olmak beni sanki emin ederdi her bir şeyden. Ben operasyonda iken sen neler yaşadın, neler hissettin bilemiyorum ama dualarından eminim.
Sonra başarılı ameliyat ve sonrası, yanımda oluşun, şakalaşmaların, gelen hediyeler.
Ne de mutlu etmişti tüm bunlar beni.
Çocukken yaşadığım tüm bu güzellikler ne çok değerli benim dünyamda.
İstanbul’a ailece tatile geldiğimiz zamanlarda ise en büyük zevklerimden biri seni işyerinde ziyaret etmekti. Oradaki alet edavata bakar, gelen giden hastaları izlerdim. Korksam da bir gün benim de o dişçi koltuğuna oturacağımı düşünürdüm. Nitekim öyle de oldu. İlk anda ne kadar korksam da dayım olduğun için güven ve emniyet içinde bıraktım kendimi o koltuğa. Ofisinin önünden geçen ve sadece İstanbul’a geldiğimde görebildiğim trenlerin usul usul geçişini izler ve bir sonrakini dört gözle beklerdim. Ayrıca semtin ufak silüeti de dururdu karşımda. Ve bunun gibi daha nice saymakla bitmez çocukluk hatıralarım. Hepsi biraz İstanbul, biraz sevdiklerim ve çokca da sendin.
Yıllar geçti tüm bu yaşanmışlıkların üzerinden. Anılar kaldı geride. Nedense o günlere dönebilmek ve anabilmek için seni, yine geçtim ofisinin önünden. Çocukluğumu ve seni içinde bulacakmış gibi. Ofis bomboş, isminin yazdığı tabela ise sökülmüştü yerinden. O an birden içim burkuldu. Çünkü artık sen yoktun.Ebedi aleme uğurlamıştık seni.
Bu hüzünlü halette iken birden aklıma “Yeryüzündeki herkes fanidir. Baki olan; yalnız, celal ve ikrâm sahibi olan Rabbinin zâtıdır’’ (Rahman Suresi:26-27) ayeti geldi. “Ya Bâki!” dedim. Bu âyet ve bu isim sarmasa, kuşatmasa beni, hangi deva ya da derman sarabilirdi şu kanayan yarayı? Hangi söz teselli edebilirdi insanı?
Evet iyi ki O vardı.
Her şeyde ve her yerde vardı. Ne başı ne de sonu vardı. Varlığı dâimiydi. Gelip geçici değil ezeliydi. Ve içimde birikmiş, ebede kadar uzanmış emel ve arzularımı bana ancak ve ancak O verebilirdi. Sadece değil benim, tüm insanlığın…
Sonra birden ferahlık hissettim yüreğimde. İçime dolan hüznün yerine, bu sefer ebedî âlemde seni bulabileceğim, seninle inşallah orada ayrılmamacasına buluşabileceğim umudu geldi.
Duam ve niyazım o ki, sinema gibi seninle tekrar çocukluğumu ve dünyadaki seninle olan anlarımı orada da perdelerden izlemek. Çünkü imanla yaşayıp,imanla biten bir hayatın ödülü bu.
Ve bir de sözüne sadık, Rahmeti sonsuz Rabbimizin vaadi.