ZADİNE FİDAN
Eşinin vefatı üzerinden dokuz ay geçmişti. Her gün olduğu gibi, o gün de oğlu Mehmet’i yanına alarak eşinin kabrini ziyarete gidecekti.
Tam kapıdan çıkacakken, kayınvalidesinin seslenişiyle irkildi:
“Bunu da al!”
Kayınvalidesinin uzattığı poşet içinde bir yığın çam kozalağı vardı.
Göz göze baktılar. Gelin gülümsedi:
“Bu kadar çok mu?”
“Evet” dedi kayınvalide. “Eve her geldiğinde cebinde dört beş tane oluyor. Fark etmeden elinden alıp sakladım kızım. Çünkü bizim oralarda mezarlıktan bir şey alınmaz derler. Tekrar mezarlığa bırak bunları Mehmet fark etmeden.”
Konuşmayı duyan çocuk fırladı:
“Hayır, onlar benim Cennet toplarım, vermem! Babaanne olmaz!”
Çaresiz bıraktı anne, poşet dolusu çam kozalaklarını.
Çocuk büyük bir sevinçle “Gidiyoruz şimdi” dedi.
Mezarlığa geldiklerinde çiçekleri itinayla suladılar. Anne elindeki Kur’an’ı okumaya koyuldu. Bir yandan da göz ucuyla oğlunu takip ediyordu.
Mehmet, karşılıklı iki kale halinde dizilmiş kozalaklarla kendi âleminde top oynuyordu.
“Anne bak top oynuyorum” dedi sevinçle.
“Kiminle?” diye sordu annesi.
“Babamla. Bak Cennet topları…” Küçük avucunda tuttuğu çam kozalaklarını gösteriyordu.
Âhirete iman hakikatinin dört yaşındaki bir çocuk kalbinde böyle bir yansıması vardı.
“Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nazik vücutlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve herşeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mîzac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup mesrurâne yaşayabilirler.”
Şuâlar adlı eserde geçen bu ifadeler, gerçekten yaşanmış olan bu hali destekler mahiyette.
?