Müşfik Fırıncı ağabeyimiz Rahman’ur Rahim’in dergâhına vasıl oldu. Ardından ise nice güzel dokunuşlar, tebessümlü hatıralar ve dahi ibretli dersler bıraktı. Boğaziçili Nur talebeleri olarak attığımız her adımda ya doğrudan ya dolaylı olarak yanımızda oldu.

Genç olan biz değildik hakikatte; oydu! Üstünde hem sünnet-i seniyyeden bir lem’a hem de Üstadından bir nişâne gibi taşıdığı o usanmaz şevk ve heyecan, ruhunu yemyeşil tepelerden sevinçle aşağı doğru koşan bir çocuğun ruhu gibi saf, mesrur ve dipdiri tutuyordu.

Yalnızca bedenen dersten derse koşmuyor, zihnen de iman hizmetine dair birçok plan ve proje ile aralıksız meşgul oluyordu. Akademik çalışmalardan, medresenin çamaşır makinasının tamirine kadar her şeyle bizzat ilgilenirdi. Vefatından iki üç gün önce telefonda konuşmuştuk. “Avrupa ve Amerika’da insanlar hala akın akın küfre gidiyor. Onlara yönelik daha ciddi çalışmak lazım” demiş ve bir projesinden bahsetmişti. Ama gerçekleştirmek nasip olmadı.

Okuduğumuz her hakikatin sanki ete kemiğe bürünmüş halini onda görüyorduk. Bir Kuran talebesinin sahip olması gereken her meziyetin ise sadık bir mümessilini..Hiçbir şey anlatmasına gerek yoktu; onun yanında birkaç dakika bulunmanız bu tarifleri hissetmenize yetebilirdi.

Hakkında neyi, nasıl anlatmalı bilemiyorum. Zira ne kelimelere ne de başka türlü bir târife sığacak nitelikte.  Ama kalbimize kazınan bazı kısımları başkalarına da anlatmak vefa vazifemiz olsa gerek.

Onda en çok hayret ettiğim özelliklerden biri şu idi ki, biz birçok kişi kafa kafaya verip uzun uzadıya tasarılar kurduğumuz halde işin içinden çıkamadığımız her noktada veya cevabını bulamadığımız her soruda bir iki cümleyle meseleyi hallederdi. Her defasında şaşırmaktan kendimi alamazdım. “Her şeye nasıl ıttılaı var? İmanın nuruyla bakmak böyle olsa gerek” derdim. Ve üstadın nazara verdiği meseleyi bir kez daha düşünürdüm; diploma değil ihlastı hizmet eden.

Konuşurken muhatabına öyle davranırdı ki, sanki kendisi değil, karşısındakiydi Üstad Bediüzzaman’ın talebesi. Allah adına yapılan en küçük bir iş dahi çok büyük bir işti nazarında. Bu hepimize büyük bir şevk aşılardı. Vesveseler, endişeler ve uyuşukluklar erirdi yanında. Nefis susar, ruh dinle(n)meye koyulurdu.

Allah adamı olmanın ne demek olduğuna gözlerimiz onunla şahit olmuştu.