“Fırıncı Abinin Küçük İşlerine Şerh”

Bir yandan Fırıncı Abi gibi mümtaz birini hayattayken tanımış olmanın getirdiği şükür hissi, öte yandan hayatını iman ve Kuran hizmetine vakfeden bu insanın dünyadan ayrılışıyla omuzlarımıza bırakılan ağır sorumluluk duygusu… Fırıncı Abinin vefatından geriye temelde bu iki duygu kaldı. Onun neşesi, şevki, tevazuu ve ilme olan derin saygısı ise hafızalarımızda yer etmiş en önemli özelliklerinden. Bu yazıda da hatırlanmaya değer bu anılardan birkaçını numune olarak zikretmek istiyorum.

Fırıncı Abiden bahsederken söylenmesi gereken ilk şey, onun muhatabına verdiği büyük değerdir muhtemelen. Yediden yetmişe karşılaştığı herkese derin bir samimiyet ve tevazuyla davranır, gençlere ise ayrı bir ehemmiyet verirdi. 2012 yılında, üniversitelerine yakın bir medrese açma fikriyle yanına gelen birkaç genci kırmamış, henüz tanışmadığı bu gençlere maddi ve manevi desteğini esirgememişti. Öyle ki ileri yaşına ve yoğun programına rağmen kiralanacak daireyi bile mahalleye gelerek bizzat aramıştı. Böylece Boğaziçi Üniversitesi’nin yanı başında, senelerce devam edecek ve yüzlerce gencin imanına kuvvet verecek bir hizmet hareketi başlamış oldu.

Yeni fikirler, planlar, projeler onun her zaman takdir ettiği, desteklediği, duymaktan memnun olduğu şeylerdi. Bu açıdan gerçek bir fikir adamıydı. Üniversitede düzenlenen bir seminerden birkaç kişilik bir toplantıya her türlü davetimize icabet etmeye çalışır, yaptığımız konuşmaları büyük bir ciddiyetle dinler, kendi alimlik sıfatını bir kenara bırakıp “sizler ilim ehlisiniz” diyerek bizi taltif ederdi. O, kendisine saygı besleyen binlerce insana rağmen her zaman ulaşılabilir ve yardım istenebilir bir konumdaydı. Zaten bu kadar insanın hayatına dokunabilmiş olması da tam olarak bu yönünden kaynaklanıyordu.

Öte yandan onun bu mütevazı tavrı taşıdığı ilmin muhatabı tarafından fark edilmesini engellemiyordu. Gerçekten baktığı her meseleye müminin ferasetiyle bakıyor, her seferinde söylenmesi gereken sözü söylüyordu. Felsefenin müspet kısmından bahsedilen bir konuşmada Immanuel Kant’tan alıntı yapan da İslam’ın Amerika’da yayılışından konuşurken 1975 yılında çıkardıkları Nur the Light dergisinden misaller veren de oydu. Hayatını vakfettiği iman hakikatleri ona hem İslami ilimlerde, hem müspet bilimlerde hem de güncel meselelerde doğruyu yanlıştan, önemsizi önemliden bir çırpıda ayırabilme yeteneği bahşetmişti.

Şüphesiz ona bu feraseti sağlayan en önemli şey Risale-i Nurlar karşısındaki bitmez tükenmez şevkiydi. Onca işinin arasında o daima okur, sonra yine okur ve yine okurdu. Her gün 3-4 derse katılır, gece yarısına kadar süren derslerden sonra odasına çekildiğinde ise -şahitlerin anlattığı üzere- okumaya devam ederdi. Bir keresinde neden bu kadar çok okuduğunu sorduğumuzda “Hiç değilse okuduğumuz zamanlar hesabını verebileceğimiz bir iş yapıyoruz, asıl diğer zamanlarımızın hesabını nasıl vereceğiz?” demişti. Gerçek bir Kuran tilmizi olmayı öğütleriyle değil davranışlarıyla gösteriyordu. Muhabbet ederken ne kadar tatlı dilli ve mütebessimse ders yaparken de o derece ciddi ve vakurdu.

Allah’ın izniyle vesile olduğu hizmetin boyutu öylesine büyüktü ki zannediyorum onun vefatı başta Nur talebeleri olmak üzere iman ve Kur’an hizmetini kendine dert edinen herkesin yükünü bir parça arttırdı. Rabbim bizlere de Fırıncı Abimiz gibi ihlas ve sadakatle hizmet etmeyi nasip etsin ve hepimizi mahşer günü liva-i hamd sancağı altında buluştursun.

Önceki yazıyı okumak için:

Bir Numune-i İmtisal: Fırıncı Ağabey – 1