Hatice Binnur Avan Demircioğlu
Ben gidiyorum!
Bunu diyebilecek kadar bile vakit bulamadan gidenler var. Gidenlerin çoğu zaten hep böyle. Gidişler bu yönde. Giden gideceği zamanı bilmiyor ki. Zamanı bilmiyorsa da gideceği kesin değil mi?
Ben gidiyorum!
Bunu hep dediler aslında. İlk gidenin gidişinde değil mi bu ibretlik hâl? Gelişler var hep sürekli, gidişler de aynı yöne.
Ben gidiyorum dedi kuruyan çiçeğim, daha ben küçükken kanadı duran kuşum.
Ben gidiyorum, gidiyorum…
Gitti sonra en yakınım, sonra daha da çok yakınım.
Baktım, sağım solum ıssızlaştı, kırıldı biraz kolum kanadım.
Ben gidiyorum diyeceğini sezercesine koptu bir süre ödüm. Gitme desem de gideceğini bile bile bunu diyemezdim, bu çok anlamsızdı, gelenlere gelme diyemeyeceğim gibi.
Baktım olmuyor. Olacak bir şey değil. Gelenler, gidenler, giderken gelenlere yer verenler…
Ben gidiyorum… Giderken bıraktığı boşluğu bunu söyleyip de gitmesinden daha ötesi…
Öylesi, öylesi bir gidiş.
Gitmeyen var mı? Hep yerinde duran? Önemli olan bu gidişlerin ardında kalan, gittiği yerin resmine buradan baktıran.
Gidenin arkasından söylenebilecek en küçük bir kötü iz yoksa ne güzel bir gidiş o öyle. Buradan güzellik toplamışsa, iyilik bırakmışsa, yokluğunda da varlığındaki huzuru hissettiriyorsa, akılda hep hoşluk bıraktıysa, bütün bunlar gideceği yerden haber aslında.
O halde ben de geleceğim hatta sen de, biz de… Meyvelere ne kaldı ki. Sen giderken çiçeği bile açtı. Ama en mühimi tohumu. Sonra sulaması, ona hak ettiği gibi bakması. Emanete emince bakması.
Ey giden yakınım, kolum-kanadım, hem canım hem ciğerim!
Gittiğin yer gelip gördüklerinin yanında tarifi çok zor olan Cennet olsun. Senin Cennet’in benim de senin yanında olmak istediğim Cennetim olsun.