Hatice Binnur Avan Demircioğlu
İlk ısırdığımda gazete tadı alırdım. Gazete arası içi peynir, maydonozlu hamur kızartması. Gazete olmazsa tadı eksik kalırdı. En önemli malzemesi gazete sanki…
Annemin mahalle fırınından alıp yaptığı hamur kızartmasını en çok pişmelerini beklerken, pişenlerden bir tane alıp yemem…
Masada yediğimde böyle tat vermezdi pişmesi bittiğinde.
Elim yanmasın diye sardığım bir parça gazeteydi. Kokusu öyle güzel olacak ki; hamur bahane, bir ısırışta yediğim sanki gazete.
Aklıma geldi bu korona günlerinde. Çocuklarla ben hep evde. Ne çok şey varmış yapacak birlikte.
Bugünlerde herşey ağlıyor sanki; Güneş, ay, gündüz, gece.
Herşey herkesten bıkmış gibi; sokak, cadde, deniz, dere tepe…
Tıka basa dolmuş, dolup taşmış gibi bir nefes gibi muhtaçmış küçük yusyuvarlak tostoparlak yuvarlak bir cisme. Gelmeyin bu kadar üstüme. Üstümdeki iğneler batar yoksa hepinize. Birine battı mı deler geçer yanındakini de…
Çok sıkıldılar bu masaldan. Kalkıp birşeyler yapmak lazım, kokular çıkartmalı mutfaktan. Ama önce biraz kolonya almalı raftan…
Onlar seviyor. Ama bana hep bir malzemesi eksik geliyor.
Lafı geçti büyük oğlum sordu; “Anne gazete ne?” diye.
Evin her köşesi artık gazete. Eskiden gazetede vardı köşe, şimdiyse her köşe bir gazete…
Tabi böyle söylemedim ama ikimizin de mantığına giren şey bu sonuçtu verdiğim cevapta.
Neyse, burda benim için tek eksikliği hamura kattığı tatta..
Korona tatili ilan etmişler. Bizim evdeki hâdise. Toplar yeni bir çeşit kazandı. Basketi, futbolu, pinponu, koronası…
Ona da üzülüyorum bu günlerde. Zorla tutunacak dal bulduruyoruz sanki kendisine…
“Ben yalnız gezmeyi seviyorum, kimseyle oynamak istemiyorum” diyor halbuki defalarca hepimize. Ama biz meraklıyız oyuna zorlamaya, oyunu zorlamaya, zorla oynamaya hatta zorla oyun kurmaya…
E ne yapsın bu korona. Ona da verilen bir komut var sonuçta. Diyorum ya ona da üzülüyorum aslında. Zorlamasak onu bu oyuna çekip gidecek tutunamayınca zorla getirdiğimiz yerden ayrıldığı yurduna.
Karınları doyunca evde yine yapacak öyle çok şey var ki.
Sanki herşey eskisi gibi. Özlediğimiz o kadar çok şey bizi daha çok özlemiş olacak ki bizim peşine düşmeyeceğimizden kesip ümidini, kendilerini bize hatırlatmış sanki. Yoksa onlar koronayla işbirlikçi mi?
Hepimiz de bir paranoya inan ki.
Şimdi evde üretme vakti.
Kendimize gelme, dur, biraz daha fazla ileri gitme…
Koronaya nerdeyse teşekkür etme. Koronayla adeta hizaya gelme. Koronayla başımıza gelenlerde kör gözümüzün görmeye başlayınca kaçırdıklarımızı görme.
Kıymet. Kıymet bilmek. Ne güzel bir nimet. Nimetin kıymetini bilmek! Kıymet bilmenin ne büyük nimet olduğunu hissetmek…
Anlamak. Kıymeti, onu bilmeyi, gidenin değerini, yanındakini, elindekini, avucundakini. Sokağını, caddeni, şehrini…
Bu kadar mı üzdüm sizi diyebilmek. Bu kadar mı? Bu kadar mı kabul görmüyorum, hiçbirinizden mi?
Nerde hata yaptım. Neyi yanlış yaptım. Bir şeyleri yanlış yaptım o kesin.
O halde, kendi o hâlimde kendimle, evde halleşmece.
Hey nerdesiniz? Dur gitme! Sokak beni tanımadın mı. Benim, hani seni hiç yalnız bırakmayan. Her geçişimde benden bir iz bırakan.
Cadde. Nolur bari sen yapma etme. Beni görmezden gelme. Haklısın ben seni görmezden geldim evvelde… Ne diyeyim. Nerelere gideyim.
Sanırım evime…
Yoğurduğum hamurla kendi hamuruma döneyim. Döneyim de sokakların dilini, yerin göğün sesini, kendime kendimi hatırlatan evimin köşesinden haberlere kulak vereyim.
Hamurum su götürdükçe gidenleri düşünüp bari geri getireyim.