Esra Kağıt
Yaşadığımız şu günlerde kalbim, tavafta annesini kaybetmiş küçük bir çocuğun kalbinin hissiyatıyla dolu. Biraz korku ve telaş, çokça emniyet ve güven yüklü.
Kâbe’de bir olaya şahit olmuştum. Bir anne çocuğuyla elele tutuşmuş huzur ve güven içinde tavaf yapıyorlardı ki aniden gelen bir insan seli çocuğu savurarak annesinden uzağa sürükleyivermişti. O an gözlerim çocukta takılı kaldı. Korkmuştu, hoplayıp zıplayarak boyunu yükseltmeye çalışıyor, insanların arasından annesini görmek ve ona ulaşmak için çaba sarf ediyordu. Telaşa kapılmıştı elbette ve bu telaşı kocaman açtığı gözlerinden rahatlıkla okunabiliyordu. Ama bir yandan da sakinliği elden bırakmıyordu ki bu haliyle de âdeta “Annem nasıl olsa gelip beni alır, burada yalnız başıma bırakmaz” diye haykırıyordu.
Öyle de oldu ve çok kısa bir zaman içinde annesi onu kucaklayıp aldı, şefkatiyle sarıp sarmaladı. Çocuktaki telaşlı hâlden eser kalmadığı gibi taşıdığı güven duygusunun perçinlendiğini de annesinin omuzlarına usulca bırakıverdiği başıyla ilan ediyordu.
Evet, kalbim günlerdir bu çocuğun hissiyatıyla dolu. Kendimizce bir düzen tutturmuş, mutlu mes’ud yaşayıp gidiyorduk ki bir virüs salgını gelip hepimizi bir yere savuruverdi. Birbirimizi göremez olduk. Aramıza sosyal mesafeler, maskeler, dezenfektanlar girdi. Yaşamlarımız donup kaldı âdeta. Zaman akıp geçiyor ama bizler hiç de alışık olmadığımız bir şekilde durup bekliyoruz. “Zamanımız yok” diye hayıflanıyorken şimdilerde nur topu gibi zamanlarımız oluverdi. Hiç bir yere sığdıramadığımız koşturmacalı hayatlarımızı bir çırpıda nasıl da sığdırıverdik evlerimize? Dünyalık bütün kapılar bir anda yüzümüze kapandı. “Aman gelmeyin, evinizde oturun” mesajları yağmur gibi yağıyor. Yetişmiyor diye şikayet ettiğimiz bi yığın işimiz, tamamlanmayı beklercesine bize bakıyor.
Evet tıpkı Kâbe’deki o çocuk gibi bizler de içinde bulunduğumuz bu vaziyet karşısında telaşlı, korkulu ve hüzünlüyüz. Sağa sola bakınıp bir çıkış, bir müjdeli haber bekliyoruz. Hüznümüzü dindirecek, telaşımızı sükûnete erdirecek bir teselliye olan ihtiyacımızı en derinden hissediyoruz. Herkes teslim bayraklarını çekmiş beklerken kimden yardım isteyebiliriz ki?
Bu hissiyatı taşıyan mü’min bir kalp böyle zamanlarda aradığı teselliyi ancak ve ancak Rabbine duyabileceği sonsuz teslimiyette bulabilir. Zira O sınırsız şefkat ve merhamet sahibi yaratıcı kendisine hakkıyla güvenip, iltica eden bir kulunun üzerine güven ve rahmetini indirir. “O vakit iki kişiden biri olarak mağaradayken, o, arkadaşına ‘Üzülme, Allah bizimle’ diyordu. Nitekim Allah ona güven ve rahmetini indirdi…”i(Tevbe/40)
Evet tüm hissiyatımla inanıyorum ki O, biz aciz kullarını mahzun bırakmaz, hüznümüzü giderip bizi feraha erdirir. Yeter ki biz O’nun Rahim ve Hakîm olduğuna gönülden inanıp O’na hiç tereddütsüz itimat edelim…
“Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak… Cefasını değil, safâsını çek. O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.
Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme”. (Mektubat)
#pencerelerden seyret Türkiye #