ŞEYMA GÜR
Çoktuk.
Gözüm alabildiğine tıpkı bana benzeyen tavuklarla beraberdim.
Kırmızı ve beyaz.
Beyaz tüylerimiz ve gözümüzün üstüne düşen kırmızı ibibiklerimiz.
Mütemadiyen yiyorduk.
Bir de yumurtluyorduk.
İşimiz buydu: Yemek ve yumurtlamak.
Günler uzundu. Galiba bize herkesten fazla uzundu.
Başka bir hayat mümkün müydü, bilmiyordum. Kendimi bu düzen içinde bulmuştum.
Fazlaca sıkışık olduğumuz için gözünün üstünde ibibiğin var diyeni gagalıyorduk. O yüzden tüylerimiz yoluk yoluktu. Didişme çoktu.
Sonra bir gün biz beş tavuğu diğerlerinden ayırıp bir yere götürdüler. Kocaman bir bahçeydi. Hiç böyle bir şey görmemiştim. Her yer yeşildi. Ağaçlar da vardı. Ve bizim için bir ev…
Çok şaşırmıştım. Otları da, güneşi de, otların arasında koşuşan böcekleri de ilk kez görüyordum. Ama nasılsa, ne yapmam gerektiğini biliyordum. O böcekler iştahımı açıyordu. Ama koşmak… Onu öğrenmem gerekti. Biz hiç koşmazdık ki…
Biraz bocalasak da yeni yerimizi çok sevmiştik. Keyfimizce dolaşıyor, her gün yeni bir şeyler keşfediyorduk.
Ama sonra korkunç şeyler oldu. Bazı yırtıcı kuşlar dört arkadaşımı kapıp götürdüler. O kadar korktum ki uzun süre yerimden kımıldayamadım. Bizim çiftlikte hiç böyle şeyler olmazdı. Aman Allahım, burası nasıl bir yerdi böyle! Özgürce gezebilmenin bedeli bu muydu?
Artık bahçede yalnızdım. Mahzundum.
Komşularım vardı: benim gibi tavuklar ve bir horoz. Yanlarına gitmek istiyordum ama aramızda bir çit vardı. Horoz da bizim cinsimizdenmiş ama erkek olanımızmış. Onu da ilk kez görüyordum. Yanındaki tavukları pek koruyup kolluyordu. Önlerine yemek bırakıyordu ve akşam olunca hepsini toplayıp kümese götürüyordu. Kıskanmadım değil.
Ben ise yalnızdım. Kümese girip tüneklere tünemeyi bile bilmiyordum. Gözüme bir çalıyı kestirmiştim. Akşam olup gözlerim görmez olunca onun dalına tünüyordum. Burada günler ne de çabuk bitiyordu.
Beni buraya getiren insanlar “Bu böyle olmayacak, çok yalnız kaldı. Feride’ye arkadaş lâzım” dediler.
Bir başıma kaldığım için bana Feride diyorlardı. Ben de isterdim elbette komşularım gibi aile olmayı.
Sonra bir gün Refika dedikleri bir tavuk ve bir horoz getirdiler. Önce sevinmeli miyim, korkmalı mıyım, bilemedim. Ama sonra birbirimizi benimsedik. Aramızda centilmenlik anlaşması yaptık. Bahçe büyüktü. Ev de… Hepimize yeterdi. Hem ben ne günler görmüştüm, ne sıkışık bir hayattan gelmiştim. Buraya mı sığışamayacaktık? Biz de komşularımız gibi aile olabilirdik.
Ve olduk.
Artık mutlu bir tavuğum ben. Güneşin ilk ışıkları ile uyanıyorum. Bu şahane bir şey!.. Güneş, elektrik ışığından bin kat daha güzel. Sonra Ferit o güzel sesiyle günün başladığını bildiriyor. Bayılıyorum onun ötmesine. Ve başlasın eşelenme… Öğle sıcağı olunca Refika ve Ferit ile ağacın gölgesine çekiliyoruz. Canımız isterse yumurtluyoruz.
Sıkış tıkış bir çiftlikte başlayan hayatım pek âsude bir şekilde devam ediyor Allahıma bin şükür.
Buna mutlu son derler.