Şeyma Gür

Masanın üzerinde bir meyve kurdu gördüm. Az önce çayıma eşlik etsin diye çıkardığım incir kavanozundan düşmüş olabilir. Bu 2 mm’lik şeyi masamdan uzaklaştırmak istedim. İncitmeden alabilmek için bir kağıt parçası aldım ve kağıdın üzerine çıkması için hemen burnuna dayadım. Ama kağıdı algılayan meyve kurdu telaşla geri geri kaçmaya başladı.

Kaçışı beni çok etkiledi. İçinde hayat cevheri vardı. Hayatını korumak duygusu vardı. Korkuyordu. Tehlikeyi algılıyor, tedbir almasını biliyor, kağıttan uzaklaşmaya çalışıyordu.

Tekrar denedim. Kağıdın tehlikeli olmadığını anlayabilirdi. Öyle de oldu; bu kez biraz yokladıktan sonra yavaşça üzerine tırmandı.

Onu ne yapacaktım? Çöpe mi koysam, dışarı mı bıraksam? Dışarda yağmur yağıyordu.

Önce karnını doyurayım diye düşündüm. Bir parça incir bıraktım kağıdın üzerine. Acaba koklayarak onu bulacak mıydı?

Oralı olmadı. Kağıdın üzerinde bir o yana bir bu yana gidiyordu.

Farketmedi herhalde diye düşünüp bu kez incir parçasını burnuna dayadım. Üzerine tırmandı. Boydan boya katetti ve aşağı indi. İstediği bu değildi ama ben ne istediğini bilmiyordum. Bir yere gitmeğe çabalıyordu ama bana meçhuldü o yer. Kağıdın kenarına geldiğinde kağıdın o kenarını masadan sarkıttım. Bakalım boşluğu algılayabilecek miydi?

Tabii ki algıladı. Ve yolun kendisi için orada bittiğini anlayıp geri döndü. Mesafeler, bu ayaksız mahluk için ne kadar da uzun!

O sırada telefonum çaldı. Yan komşum Ayşe teyze, köye pazara gidip gitmeyeceğimi soruyordu. Canı cacık çekmişti. Salatalık ve domates istiyordu.

Pazara gitmeyi düşünmüyordum. Cuma saati idi. Evrad ezkar okumak istiyordum. Hava yağmurlu idi ve hiç dışarı çıkasım yoktu. İstedikleri bende de yoktu. Olsa kolaydı.

“Neyse önemli değil” diyerek telefonu kapattı. İçimden “eğer bir şeyi yapmayı istemiyorsam bunu karşımdakine söyleyebilmeliyim” diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım ve meyve kurdu arkadaşıma geri döndüm.

Arkadaşım dediysem, onun umrunda olduğumu sanmıyorum. Tek taraflı bir arkadaşlık îlânı benimkisi. Onu merak eden benim, izleyen benim, onun hakkında tezler ileri süren benim, hatta sempati duyan benim. O ise benim farkımda bile değil. Bir meyve kurdunun ilgisini çekmiyorum hiçbir şekilde.

Birden kendime dedim: “Şu mübarek saatte yaşlı bir kadının arzusunu yerine getirmekten daha hayırlı ne yapabileceksin?”

Hemen pazara gittim. Gitmeden önce üzerinde küçük kurdum olan kağıdı bir makaranın üzerine koydum. Böylece bir yere gidemeyecek, gözden kaybolamayacaktı.

Döndüğümde meyve kurdunu kağıttan atlamış olarak, masanın üzerinde buldum. Kaza ile mi düştü, yoksa cesaretini toplayıp kendini boşluğa mı bıraktı bilemedim. Kırılacak bir yeri olmadığı için kırılmamıştı. Uzaklaşmamıştı da.

İnciri tekrar yaklaştırdım, acıkmış olabilirdi. Bu kez daha ilgili davrandı.

Bu satırları yazarken minik meyve kurdu kağıdın bir altında bir üstünde dolaşıp duruyor. Artık onunla ne yapacağım bilmiyorum. Sanırım masamın üzerinde yaşayıp gidecek veya ben görmeden meşhule giden yolculuğuna koyulacak.

Bu, hayatıma böylesine giren ilk ve tek meyve kurdu. Bunun gibi niceleri var ve ben onları  tanımıyorum. Ama hiç birisi Rabb-i Rahimimizin inayet gözünden kaçmıyor, ihmal edilmiyor, başıboş bırakılmıyor, besleniyor, kollanıyor ve bir kez ruh (evet onun da bir ruhu var) verilmiş diye ebedi yokluktan mahfuz oluyor.

Ben sadece bir seyirci ve bir şahid idim.