MEHMET SAYIN

Hafta sonunu sıla-i rahim ile değerlendirelim dedik ve yollara düştük. Yolculuk gece başladı. Güneşin doğuşuyla birlikte karanlıklar yerini nura bıraktı, heybetli dağlar bütün ihtişamını sergiler oldu. Hele hele Kazdağlarının eteklerinden sahil yoluna inerken kâinat kitabını iman gözlüğüyle okumaya çalışıp, temaşa etmek bambaşka bir şükür vesilesi…

Dünya meşgalesi dediğimiz şey bütün âlemimizi sarıp sarmaladığından olsa gerek, işten eve, evden işe giderken de aynı güneşin doğuşunu batışını görüyoruz ama bazan koşturmalardan bazan da beton yığınları sebebiyle aynı manzaraları şehrin dışındaki haliyle olduğu gibi görebilmek o kadar kolay olmuyor. Cenab-ı Hakkın muhteşem eserlerine sadece bakıp geçiyor, Onun esmâsını temaşa edememe gafletinde bulunabiliyoruz.

Oysa o güzel masnuların, o tatlı mahlûkların, o cemalli mevcudatın; Cemîl-i Zülcelâl’in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel Esmâ-i Hüsnâsının sermedî güzelliklerine nasıl aynadarlık ettiklerini yakından müşahede edebilmek, ruhumuzu, kalbimizi nasıl da rahatlatıyor. Meğer ne kadar da çok ihtiyacımız varmış o nurlara…

Ara sıra bir şeyleri vesile kılıp tefekkür seyahatlerine çıkarak basit bir niyetle tatilimizi ibadete çevirebilmek o kadar da zor olmasa gerek. İbadet içinde ibadet…

Biz sıla-i rahim niyetiyle düşerken yollara tefekkürden de nasibimize epey pay düştü elhamdülillâh. Yaşlı iki insanın ziyaret edilmelerinin sevincini görmek ve onların hayır dualarını almak ise tüm yorgunluğa değdi.