Funda Demirer

Yıl 2020 aylardan Nisan. Mevsim bahar.
Biz dünyalılar bir film senaryosuna sığmayacak, bir belgesel görüntülerine yetmeyecek, bir hikâyenin hayaline yetişmeyecek bir gerçekliğin içinde evlere çekiliyoruz. Çünkü 2019 sonlarında bir ülke de yayılmaya başlayan ve yalnız ‘insan’a zarar veren bir virüsle başlayan mücadele, küresel bir salgın olup milyarlarca insan için tek bir slogana dönüştü: #evdekal

İnsandan insana yayılan bir salgından kaçarak evlere sığınıyoruz.

Kıtalar arasında dalga dalga dolaşan bir çığlıkla evde kalıyoruz.

Yarımküremizde mevsim bahara dönerken şimdilerde çoğumuz dört duvar arasında dönüyoruz.

Peki, ne mi oldu biz evde kalınca; Leylekler süzüle süzüle indi bizim semalardan, sığırcıkların akşamüstleri mutad dansları son hız devam. Kumrular görüyorum çok da kuytulara kaçmıyorlar, çünkü sokaklar insansız bir dolu alan. Serçeler buldukları su birikintisinde şen şakrak oyunlar oynuyor. Buldukları her ağacı bir sahne tutmuşlar, her bahçeden ayrı bir makam yükseliyor. Demek insan susunca, kâinat coşuyor.

Erikler, elmalar, yemişler çiçek verdi çoktan. Arılar aşılar taşıyor ordan burdan. Yapraklar renklerini dönüyor, dallar renk cümbüşünde. Papatyalar açmış bulabildiği çimenliklerde. Uğur böcekleri kaldırımlarda çok ezilmiyor bu aralar, kediler – köpekler alabildiğine özgür, insan bir nevi tutsakken. Toprak canhıraş bahara hazırlanırken biz evdeyiz. Demek insan durunca kâinat koşuyor.
(nereden mi biliyorum, ara sıra sosyal mesafeyi koruyarak, bahçeye iniyor, yürüyorum:)

Ve dünya genelinde sular temizlendi, kıyılarda balıklar görülmeye başladı. Hava kirliliğinde % 30-40 azalmalar gözleniyor. Şu gündem sona erince Allah’ın izniyle neler neler öğreneğiz belki. Demek insan geri adım atınca kâinat yürüyor.

Toprak dinleniyor belki. Sanayide yavaşlama, trafikte azalmayla nelere vesile olduk kim bilir. Bunun kısa ve uzun vadede daha ne faydaları olacak yaşayıp göreceğiz. Hikmetler dünyasında hiçbir şey anlamsız, gayesiz, başıboş değil. Esma nakşediyor, eşya vazifesini yerine getiriyor. “Ve ism-i Kuddüsün cilve-i azamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakiki nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor” (Lem’alar). Demek biz elimizi çekince, kâinat fabrikası firesiz çalışıyor.

Tabi her evin bir bahçesi, bir balkonu olmayabilir, ama elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonlarla dünyanın bağına bahçesine ulaşıp, âlemlerden çiçekler dereriz. Ya da merakla beklediğimiz haberler, vakit doldurduğumuz dizi/film aralarında bir belgesel kanalında doğallıktan, dahası insanlıktan ne kadar uzaklaştığımızı izleriz belki. Hiç olmadı evde birkaç saksıyla bitkilerle konuşur, baharı yakalarız bir ucundan. Belki camdan bir kuş izi, bir böcek sesi ulaşır. Çünkü biz uyurken/uyutulurken seherlerde dirilen bir kâinat var.

Bu salgının – bir virüsün sağlığa, ekonomiye, dünya dengelerine etkisini az-çok öğreniyoruz zaten. Biraz havaya, suya, toprağa mı dönsek yüzümüzü? Hani sosyal medyada gençler kahve içmenin, okulda sınava girmenin, işe gitmenin yani dışarıda olmanın ne büyük nimet olduğunu kâh gülerek kâh üzülerek anlatıyor ya. O dışarının (çevre-doğa) başlı başına ne büyük bir nimet olduğunu anlasak. Zaten orada başlamamış mıydı her şey. Dünyaya (mala, mülke, hırsa) yürüdükçe uzaklaşmamış mıydık ondan. Yine hırstan hırsa koşarken yorulduğumuzu, yorduğumuzu fark etmeden unutacağız belki. Ama şu günlerde ne kadar yapabiliyorsak biz sustukça coşan, biz durdukça koşan âlemleri, hele hele ülkemize kafile kafile, vagon vagon taşınan baharı gündemimize alsak mı?

Bugünün çocuklarının “biz büyüdük ne kirlendi dünya” dizesini yıllar sonra eski bir şarkı olarak mırıldanması umuduyla.