ŞEYMA GÜR

Gülhane parkında bir adam var. Ucunda hava üfleyen uzun borusu olan garip ve gürültülü bir makine ile çimlerin, çiçeklerin üzerine dökülen sonbahar yapraklarını üflüyor, ortama zarar vermeden tertemiz yapıyor. Sabah yürüyüşüm esnasında merakla inceledim onu. Yapraklar tazyikli havanın gücü önünde duramıyor, saklandıkları yerden açığa çıkmak zorunda kalıyor, sevk edildikleri yere doğru uçuşarak sürükleniyor, toplanıp atılıyorlardı. İyi ve etkili bir temizlik harekâtı diye düşündüm.

Sonra o akşam Risale-i Nur dersine gittim. 32. Sözün 1. Mevkıfı okunuyordu.

Bütün tabiatperest, esbabperest, müşrik gibi umum ehl-i şirk ve küfre vekâleten bir şahs-ı farazî, zerreden şemse, hücreden insan bedenine, küre-i arzdan yıldızlara ne bulduysa musallat oluyor, Rablık iddia ediyor, sahip olmak istiyor, olmadı, kendi kendilerine sahiplik iddiasında bulunmaları için kışkırtıyordu.

Ne var ki, ne yerde ne gökte bir gedik, tek bir zayıf halka bulamadı. Herkes, her zerre, her yıldız, her hücre kendi lisanı ile onu başından attı, yüz vermedi. Her yerden tard edildi. Vesveseleri ile yerleşecek yer bulamadı. Çünkü bütün âlemlerdeki işleyiş bölünmez bir bütünlük arz ediyordu. Her bir cüz, kendi dışındaki her şeyle alışveriş ve işbirliği halindeydi. Birine sözünü geçiremeyen, hiç birine geçiremezdi. Birine sahip olmayan hepten eli boş kalmaya mahkum idi. Bütün bir âlem, Alîm, Rahim, Hakîm, Kadir olan Allah’ın taht-ı tasarrufunda idi. Başka kimsenin tasarrufuna razı olmuyorlardı.

Bu zavallı haddini bilmez vekil, yerleşip yuvalanacak hiçbir yer bulamadı, her yerlerden kovuldu, zillet derelerine üflendi, süpürüldü, gitti.

Tam bir temizlik harekâtıydı.