Şeyma Gür 

Bir zaman, kayınbiraderim de yanımızda olduğu halde Çanakkale’de çam ağaçları ile müzeyyen bir tepeden denize bakıyorduk. Manzaranın ihtişâmı karşısında kayınbiraderim coşkuyla “İnsan Cennette kafayı yer yer!” dedi.

Gördüğü tarif edilmez güzellikle beraber doğrudan Cennete intikal etmişti. Burası böyleyse…O günden sonra âile lügatimizde, gördüğü çok güzel bir şey karşısında “İnsan Cennette kafayı yer” demek bir lâtife olarak yerleşti.

Ben de ona nazire yapacağım. İnsan bu dünyada Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden ve onun hadislerinden konuşulduğu bir ilim meclisinde böyle cûş u hurûşa gelirse herhalde cennette o Resûl-ü Ekrem’in sohbet halkasında “kafayı yer.”

Zaten benim Cennet tasavvurumun başında Efendimizin (s.a.v.) merkezinde olduğu sohbet halkaları var. O sohbet halkalarında diğer peygamberler, Sahabe-i güzin, Bediüzzaman hazretleri, talebeleri, evliyalar, asfiyalar ve cümle sevdiklerim var.

Ben böyle umuyorum Allahım!

Geçtiğimiz günlerde İİKV’nin Sünnetle yaşamak seminerinde Dr. Mehmet Dilek hocayı dinlemek, bende yine bu Cennet hayallerini ve umutlarını harekete geçirdi.

İlim ne güzel bir şey!

Makâsıd-ı İlahîden, sünnet-i Resulullah’tan haber veren ilim muhteşem bir şey! O ilim kuru değil, ruhsuz değil, hayattardır ve hayatlandırır. O ilim dalga dalga yayılırken en dış halkadaki fakiri cennetâsâ hallere koyar.

Mehmet Dilek, hem hadis hocası hem Nur talebesi. Nur üstüne nur!

Bir arkadaşı “Risale-i  Nur’u okudum çok orijinal bir şey göremedim” dediğinde Mehmet Dilek çok şaşırmış. “Ne diyorsun? Benim her cümlede ayağa kalkasım geliyor!”

Seminerinde benim de ayağa kalkasım geldi.

Şeâirin anlamını, önemini, işlevini öyle bir anlattı ki, bana öyle geldi; en önemli bir vazife-i insan şeâiri ihya ve muhafaza etmektir.

Çünkü şeâir dinullahtır.

Çünkü şeâir Allah’ın korunmasını istediği şeylerdir.

Çünkü şeâir, Allah’a itaatin nişânesidir.

Çünkü şeâir dini telkin eder, kim olduğunu hatırlatır.

“Herbir şeâir bir hoca-i dânâdır; ruh-u İslâmı daim enzâra ders veriyor” der Bediüzzaman.

Selâm da şeâirdir, kelimât-ı mübâreke de şeâirdir.

Yeryüzüne çakılmış çiviler misüllü minareler de şeâirdendir, câmiler şeâirdir, omuz omuza huzur-İlâhi karşısında saf tutup namaz kılan müslümanlar belki en büyük şeâirdir. Cemaatle namaz asla ihmal edilmemelidir.

“Ben Allah’ın kulu olduğumu biliyorum, kendimi onun emirleri ile bağlıyorum ve nasıl “ol” demişse öyle olmak istiyorum” demek olan tesettür de şeâirdir.

Hele ezan!

Minik mavi gezegenimizin tesbihâtıdır ki her an söyler, döner.

Kelime-i tevhidi an be an ilân eder.

Kulaktan geçer kalbe söyler, söyletir.

Dosta düşmana “Burası Müslüman beldesidir” diye bildirir.

Ezelî sözleşmemizi derhatır ettirir.

Velhasıl; görüldüğünde duyulduğunda Allah’ı ve dinini hatırlatan herşeydir şeâir.

Mehmed Dilek hoca, konuşmasının bir yerinde Sadık Yalsızuçanlar’dan bir söz nakletti: “Bir metin eğer yumruğunu kalbe vurmamışsa eser değildir.”

El Hak!

Bence bir seminer de yumruğunu kalbe vurmalı ve benim kalbim, ruhum, Sünnet ve Şeâir seminerinden yumruk yedi!

Ben şimdi şeâiri ihya ve muhafaza etmek vazifesinin neresinden tutabilirim diye düşünmekteyim.

Yürüyen şeâir olmak istemekteyim.