Dün Eskişehir’de rahmet-i Rahmân’a tevdi ettiğimiz merhume Şükran Çalışkan, Çalışkanlar Hanedanının bir ferdi olarak Emirdağ’da dünyaya geldi. Altı yaşındayken Bediüzzaman Emirdağ’a gelmiş, aile bütünüyle onun hizmetine girmişti. Yedi yaşında annesini, dokuz yaşında ablasını kaybetti. Hergün sabah akşam Üstada yemek götürüyordu. Bu arada, Üstad, onun arka arkaya yaşadığı ölümlerden kırılan kalbini tesellî ediyor, gözyaşlarını silip gönül alıcı sözler söylüyordu.
On dört yaşında iken babası Abdullah Çalışkan’ı da kaybedince, Üstad, “Babanız benim yerine vefat etti; onun için çocuklarına bundan sonra ben bakacağım” diyerek hergün onlara yiyecek göndermeye başladı. 1954’te, amcası Osman Çalışkan’ın oğlu İhsan Çalışkan ile evlenirken de, Üstad, “Şükran benim kerimemdir” diyerek düğün yemeği hazırlattı. Bediüzzaman’ın vefatından sonra bütün aile ile birlikte Eskişehir’e yerleşti.
“Ağlamak yok”
Şükran Çalışkan, ablasının ölümünden sonra, Üstada yemek götürdüğü bir günkü ziyaretini anlatıyor:
Biz Üstadın odasına girdik, elimden tepsiyi aldı yazı masasının üzerine koydu. “Sen kimin kızısın?” diye sordu bana.
“Abdullah Çalışkan’ın kızıyım efendim” dedim.
“Annenin adı ne?” dedi.
“Ayşe Çalışkan, ama annem vefat etti” dedim.
“Kaç kardeşsiniz?” dedi.
“Dört kardeştik ama ablam vefat etti” dedim.
“Şimdi kaç kaldınız?” dedi.
“Üç kardeş kaldık” dedim. Başladım ben ağlamaya.
“Çok mu üzüldün ablana?” diye sordu.
“Evet efendim” dedim.
“Sen geldiğinde ben kabristandaydım” dedi. “Güngör ablan annesine dargındı” dedi.
Hakikaten ablam anneme dargındı. Annemin daha çocuk yaşta bizi bırakıp gitmesini hiç hazmedemiyordu. Neden bizi bırakıp gitti diye çok kızıyordu.
Ben böyle derinlere gidince Üstad bana “Merak mı ettin?” diye sordu. Ben birşey demedim.
“Orada annesine ‘Sen bizi neden bırakıp gittin?’ diye naz ediyordu. Ben onun için mezarlığa gitmiştim. Onu annesiyle barıştırdım, annesinin elini öptü barıştı. Düşünme. Şimdi onlar da bayram ediyorlar, onlar şimdi üç kardeş ordalardı” dedi.
İkizler doğduktan iki gün sonra ölmüşlerdi, annem de onlardan bir hafta sonra ölmüştü.
“Onlar üç kardeş anneleri ile beraber bayram ediyor, siz de burada üç kardeş babanızla berabersiniz, onları hiç merak etme, onlar kardeşleri ile ve anneleri ile ve diğer akrabaları ile bayram ediyorlar” dedi. . . . “Ağlamak yok!..” dedi.
“Tamam efendim” dedim, ama o konuştukça ben ağlıyorum. O da bir yandan yanaklarımdan akan yaşları parmaklarının tersiyle siliyor. “Ağlamak yok, sakın ha!.. Ağlamak yok” diyor bana.
— Emirdağ Yılları