FUNDA DEMİRER

Teyzem aradı, “Umreye gidiyoruz bu akşam. Bir kişilik yer var, hadi çabuk hazırlan, sen de bizimle gel” dedi.

“Ama nasıl olur? Vizesi var, işlemleri var, yetişemem ki!”

“Yetişirsin” dedi.

Akşam saat 19:00 uçuş saati. Resmî işlemler, alışveriş derken saat 17’ye kadar koşturdum. Eksiğim çoktu daha, ama gidebilecektim artık görmeden hasret çekilen tek kutlu beldeye. Çok yorulmuştum eve vardığımda, biraz dinlenmeliydim. Nereden bilirdim derin bir uykuya dalacağımı?

Uyandığımda uçak saati çoktan geçmişti. Kimse beni uyandırmamıştı. Biliyorlardı oysa gideceğimi. Çok üzüldüm ama yapacak bir şey yoktu. Eniştemi aradım, “Teyzen inmiş bile” dedi.

Uyanamamıştım.

Yetişememiştim.

Geç kalmıştım…

Sonra bir daha uyandım.

Rüyanın umre ile alâkalı yorumu, hikmeti bir yana, beni asıl düşündüren yanı, hayat yolculuğumuzun genelinin de böyle olduğuydu. Ya yanlış hedeflere kilitlenip yolları kaçırıyorduk, yahut asıl hedefe yetişeyim derken yolda takıldıklarımızla oyalanıp yoruluyor, geç kalıyorduk.

“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” buyuruluyor. İnsanı uyku içindeki gaflet uykusundan uyandıracak bir ikaz. Kiminin gölge saraylarını, kiminin gölge zindanlarını aslına döndürecek bir müjde. Kiminin pembe rüyalarını, kiminin kara kâbuslarını dağıtacak bir gerçek.

Kim “Hayır biz uykuda değiliz” diye itiraz edebilir ki? Kim “Ben zamanı tutuyorum, hızla akıp geçmiyor; malım mülküm, gençliğim evlâdım elimden gitmiyor. Her isteğime, her muhabbetime kavuşuyorum. Her emeğimin karşılığını fazlasıyla alıyorum. Hedeflerime ulaşıyorum, burası benim nihai menzilim” diyebilir?

Ne garip, hayatını dünyayı ma’mur etmeye adamış insana “Hey, sen uykudasın ve bir gün uyanacaksın; hem de bunların hepini geride bırakıp uyanacaksın” diye seslenmek… Hani rüyalarda koşup koşup yetişemediğimiz, yokuş yukarı çıkıyor, merdiven tırmanıyor zannettiğimiz ama yükselemediğimiz, hani çok kolay bulabileceğimiz bir şeyi arayıp arayıp ulaşamadığımız, hani sırf bir şeyi elde etmediğimiz için kâbustan uyanır gibi uyandığımız karanlık geceler olur ya!

Hah, işte hayatın da böyle; etrafını kazıp durduğun define değil, gölgesinde dinlendiğin yurdun değil, konaklayıp geçtiğin evin değil, kervanlara yüklediğin malın değil hakikatini bir anlayabilsek. Bak, nasibinden fazlasına yetişemiyorsun nasihatini duyabilsek. Bir ucundan bırakmaya başlasak sürükleyip dururken, ardından sürüklendiğimiz dünyayı, o bizi terk etmeden bir kıyısından terk etsek. Bıraksak ya hepsini, âlemlere rahmet olanın (aleyhissalâtü veselâm) âlemlerce rahmet olacak varlığının, mânâsının, muhabbetinin, kelâmının, tavrının, adının, adımının izlerinin peşine düşsek…

Çünkü dünya seni bıraktığı gün hiçbir şey seni tutmayacak. Çünkü saatin dolmadan vaktinde uyanmazsan, kimse seni uyandırmayacak.

Uyku içinde uykulardan uyanmak, belki de hayatın da / mevtin de sırrını yakalayanlar için ölmeden evvel ölmenin başka bir ifadesidir. Ki dünyayı bu anlamıyla da yaşamanın pek çok misalleri vardır.