ESRA KÂĞIT

Çok şükür bu sene de yaz tatilinde memlekete gitmek nasip oldu.

Karadeniz’in dağlarına tırmanmak,  fındık ağaçlarının ve çay bahçelerinin arasında yeşille hasret gidermek, şırıl şırıl akan derenin sesiyle uykuya dalmak büyük şehirlerde yaşayanlar için elbette doyumsuz lezzetler.

Hele o geniş yaylalarında kâinat kitabını seyre dalmanın, ansızın çöken dumanına karışmanın, buz gibi suyundan yudumlamanın tadı kelimelerle anlatılacak gibi değil.

İhsan ettiği bunca nimetler için Allah’a sonsuz hamd olsun.

Bütün bunlarla birlikte beni bu satırları yazmaya sevk eden, şükründen âciz olduğum bir başka nimet daha var ki yaylaya çıktığım o gün onun kıymetini bir kez daha yakînen hissettim.

Anladım ki o benim gerçek dostummuş, ona daha sıkı sarılmalı, her zaman aklımda ve kalbimde taşımalıymışım.

Üç saate yakın bir yolculuktan sonra yaylaya ulaştık. “Şöyle bir köşeye oturayım” diyebileceğim bir yer yoktu; zira nereye oturursam oturayım, âdeta tam ortasında oturuyormuşum hissine kapıldığım muhteşem bir güzellik kuşatmştı bizi. Yüksekçe bir yere oturup biraz kitap okumak niyetindeydim, fakat  çantamı açtığımda kitabımı göremedim. Evden aceleyle çıkarken yanıma almayı unutmuşum. İlk anda çok üzüldüm doğrusu, ama “Nasılsa telefonda kayıtlı, oradan açıp okur” diye düşününce rahatladım.

Fakat o anda ilginç bir hal oldu. Gözüm etrafı seyrederken zihnimdeki bazı cümlelerin gördüğüm bu güzelliklerle bütünleştiğini fark ettim:

Gel, bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstüne dikkat et. Her birisinde o gizli zâttan haber veren işler var. Âdeta herbiri birer turra, birer sikke gibi, o gaybî zâttan haber veriyorlar.

Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı. Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfteler yapılıyor ki; bizim gibi binler adam giyse ve yese, kâfi gelir.

Gel, bu azîm sarayın nakışlarına dikkat et ve bütün bu şehrin zînetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatını gör ve bütün bu âlemin san’atlarını tefekkür et!

Bu cümleler Risale-i Nur Külliyatının Sözler adlı eserinde geçiyor. Yirmi İkinci Söz, daha önce kâh kardeşlerle, kâh şahsî olarak defalarca mütalâa ettiğim bir dersti. Anladım ki birer çekirdek hükmüne geçmiş olan bütün o okumaların şimdi neşv-ü nema bulma vaktiydi.  Risale-i Nur’dan aldığım dersle elimde bir kitap olmadan da okuma yapabileceğimin şuuruna varma zamanıydı.

Ümmî bir peygambere gelen ilk emri OKUyabilmenin heyecanını hissetme ânıydı.

Rabbime sonsuz şükür, Üstadıma binler Fatihalarla…