BİRCAN ERDEN SAYIN

Öyle bir hayat sürdü ki, aradan geçen yıllar o kişiyi unutturmuyor. Güzel hasletlerine sadece çocukları değil, kendi yakın çevresindekiler de şahit. Doktoru bile kendisine çok farklı bir hasta olduğunu, başka hastalara kendisini anlattığını söylemişti.

Vefat ettiğinde 18 yaşında olan oğlunun anlattıkları bir kez daha beni derinden etkiledi:

“O yaşıma kadar annemden öğrendiklerim bütün hayatımı biçimlendirdi, biçimlendirmeye de devam edecek inşaallah.  Aslında daha 8-9 yaşlarımdayken beraberinde beni de götürdüğü, iman hakikatlerinin müzakere edildiği ortamlar kişiliğimin oturmasında büyük bir rol oynayarak fikri alt yapımın oluşmasına vesile oldu. O vefat etse de bana öğrettikleriyle, söyledikleriyle de hâlâ hayattaymış gibi.”

Gülümseyerek şu misali veriyor: “Beni namaza teşvik için olan çabalarını hiç unutamıyorum ve hâlâ namaz kılarken onun bana ‘Namaz kılmazsan üzülür, hakkımı helâl etmem’ sözleri hep kulağımda. Aman o üzülmesin!”

Her zaman sabır içindeki şükür hali iki buçuk yıl süren hastalığı süresince hiç kesintiye uğramadı. “Onu nasıl bilirdiniz?” denildiğinde söylenecek ilk söz, “Çokça şükreder, şikâyet etmekten korkardı” olacaktır. Hastalığını anlatırken bile “Şikâyet mi ediyorum?” diye hep endişelenirdi. Şiddetli ağrıları olduğunda ister istemez çıkan inlemelerine dahi çok üzülür, ağrıları hafifleyince yakaran, o mahcup sesiyle “Ya Rab, ben şikâyet etmedim, şikâyet için değildi o halim” diye de eklerdi.

Ölüme çok yakın olduğunu bildiği halde hastalığını bahane ederek sorumluluklarından kaçmadı. O her şeyden önce bir eş, bir anneydi ve bu vazifelerini gücünün yettiği yere kadar eksiksiz yerine getirdi. Yine oğlunun ifadesiyle “Hastalığı öncesiyle sonrasında vazifeleri açısından pek bir fark olmadı.” Onu yakından tanımayanlar hastalığının ilerlemiş safhalarında bile iyi görür, hatta iyileştiğini zannederlerdi. Bir gün bir tanıdığı, onu yorulmasın diye evine kadar bırakmak istemişti. Ama o evine varmadan araba sahibine İstanbul trafiğinde daha fazla zahmet vermemek için bir şeyleri bahane ederek arabadan inmişti.

Hastalığının en zor anlarında bile duayı hiç terk etmedi, hep duayla güç buldu.  Bir kemoterapi dönüşünde yine çok ağırlaşıp yürüyemez hale geldiğinde “Ya Rab! Yürüyemiyorum, Sen beni meleklerinle yürüt, Burak’ına bindir” diye dua etmişti. Bizlere de dua ederdi. Onun vefatıyla önemli bir dua kapımın kapanması beni ayrıca üzmüştü.

Hastalık sürecini bizler uzaktan seyretmeye dayanamazken çoğunlukla o bize moral verirdi. Şiddetli bir kulak ağrısı yaşadığım sırada kendisine telefonda “Sana söylemeye utanıyorum. Senin hastalığının yanında benimki de ne ki? Ama kulağım çok ağrıyor” dediğimde benim ona üzüldüğümden daha çok üzülerek, “Ah canımmm çok zordur bu ağrı. Sakın öyle düşünme, sen bana bakma. Allah bana sabrımı, kuvvetimi vermiş” diyerek gösterdiği metanetle bir kez daha beni hayretler içinde bırakmıştı.

İlk ameliyatından çıktığında sedye üzerinde odasına getirildiği sırada biz telâşla ve üzülerek ona bakarken o ameliyat öncesi okuduğu iman hakikatlerini mütebessim bir ifadeyle ve de heyecanla bizimle paylaşmıştı. Hastalığının şiddetli zamanlarında bile gözlerini açabildiği zamanlarda “Bir şeyler okuyalım” der, iman hakikatlerini büyük bir heyecanla yanındakilere okuttururdu. Gücü yettiğinde de kendi okurdu. Ölüme çok yakın olduğunu bildiği halde bu hakikatlerle güçlenir, moral bulurdu.

Etrafındakilere karşı çok kibardı, kimseyi kırmaz ve de kimseye yük olmak istemezdi. Vefat anında dahi adeta buna dikkat etti. Sıcak bir Ramazan ayının ilk günü hastanede onu bekleyen kardeşleri oruçlarını açtıktan sonra vefat haberini aldılar. Hiç tanımadıkları hayırsever birinin, hastaneye yakın olan lokantasında bekleyen kardeşlerini çok özel sofralar hazırlayarak ağırlaması da sanki onun adına yapılmış bir ikramdı.

Bir tarafta sağlıklı ve pek çok imkâna sahip nice mutsuz kişiler, öte taraftan ölümün eşiğinde ve ıztıraplar içinde iken huzuru yakalayabilmiş kimseler…

Bu iki farklı hayat tarzını kıyasladığımda, “Bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safî lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır” hakikatini bir kez daha anlıyorum.

Beşinci vefat yıldönümünde de bana yine pek çok ders verdi Nesrin Şener ablam.

Rahmeti sonsuz olan Rabbim Cennetinde bizi beraber eylesin.